GÖREV KÖRLÜĞÜ DENEN ŞEY

Gölcük 01.10.2019 - 08:32, Güncelleme: 31.05.2021 - 18:16
 

GÖREV KÖRLÜĞÜ DENEN ŞEY

Uzun süre görevde kalanların durumu için kullanılan ifadedir “Görev Körlüğü”.  Aynı görevde kalmanın kişide bıkkınlık, rehavet,  farkına varamayış, çözüm reflekslerinde azalma gibi bir takım olumsuzluklar yaratmasıdır. İşin en tehlikeli tarafı ise zaman geçtikçe kendinden daha iyi kimsenin o görevi layıkıyla yapamayacağına inanır. En iyi kendi düşünür, bir şey yapılacaksa en mükemmelini o yapar. Zaten uzunca bir süredir yapılabilecek bütün yenilikler yapmıştır.  Ona göre geriye sadece rötuşlarla uğraşmak kalmıştır ve onu da zaten yapıyordur. Oysa gerçekte; hizmetler durağanlaşmış, yeni bir şey üretilemez hale gelinmiş, her şeyin yolunda olduğu inancı nasırlaşmıştır. Bu anlayışla aşama kaydetmenin, gelişmenin, mükemmelliğin, yeniliğin asla sonunun olmadığı gerçeğini bile fark edemez. Kamu hizmetlerinde, özellikle Silahlı Kuvvetler, Emniyet teşkilatı ve özel görev yapan kurumlarında belli dönemlerde atamalar yapılarak görev yeri değişiklikleri gerçekleşir. Son dönemde Milli Eğitim de özellikle yönetici kadrolar için rotasyon adı altında görev yeri değişiklilerini görmekteyiz. Bana göre çok isabetli bir uygulama. İnsan yeni bir yere atandığında daha orayı tanımaya başlarken bile eksiklikleri görebilir, yeni geldiği yerde aldığı bayrağı daha yukarılara taşımak için kendini zorlar, bir şeyler üretmek için kendini mecbur hisseder. Gelecek nesilleri eğiten, şekil veren, yetiştiren kurumların başında gelen eğitim camiasındaki rotasyon çok doğru; ama geç bile kalmış bir uygulamaydı. Topluma etkileri, yön vermesi, gönüllere hitap etmesi, ruh ve inanç dünyasına hitap etmesi açısından yine önde gelen kurumlarımızdan Diyanet işlerinde de aynı uygulamanın yararları olacağına inananlardanım. Aynı camide göreve başlayıp yine oradan emekli olan İmamları biliriz. Geçtiğimiz günlerde bir toplantıda,  uzunca bir süre görev yapmış bir ilin belediye başkanı şöyle demiş: “Bende öyle bir hal olmuştu ki; ben olmadan bu şehirde kimse yaşayamaz sanıyordum”. Bu haleti ruhiye de olan kişiler, öyle sanıyorum ki dönem tahdidi getirilmezse oturduğu koltuklardan asla kalkma niyeti taşımazlar. Tam da burada Ak Partinin hakkını teslim etmek gerekir. Milletvekilleri ve Belediye Başkanları için görev alma süresinin en fazla üç dönem olarak sınırlanmasının nedenlerinden birisi yukarıda bahsettiğimiz mahsurların ortadan kaldırmasına yöneliktir. Doğrusu Belediye Başkanları için ve bazı özel görevlerde bulunanlar için halk arasında, biraz da kişiselleştirilmiş şöyle bir söz söylenir “Bir adam asamaz, bir de para basamaz”. Elbette işin aslı esası öyle değildir. Söylendiği gibi kimse aklına geldiği şekilde hiçbir kurumu yönetmez, yönettirmezler de; çünkü Türkiye bir hukuk devletidir ve bazı eksiklerimiz olsa da çok şükür demokrasi ile yönetilen bir ülkeyiz. Hele belediyeler için asla böyle bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Merkezi yönetim denetimi var, meclis denetimi var, üstüne üstlük kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve STK lar tarafından izlenmesi var. En önemlisi halkın izlemesi, değerlendirmesi ve son kararını oyu ile belirlemek için beş yıl sabırla beklemesi var. Yine eski bir İl Belediye Başkanı anılarında belediye bürokratı ile vatandaş arasındaki tartışmaya şahit oluyor. Bürokrat, sen kimsin ki, buna sen mi kararı vereceksin” diyor. Başkan ders niteliğinde şu sözleriyle olaya müdahil oluyor: ”Evladım sen ne diyorsun, vatandaş benim başkan olmama bile karar veriyor”. Son karar verici daima halktır. Hain darbe girişimi gecesi Sayın Cumhurbaşkanı çok veciz bir cümle kurmuştu. “Ben bu güne kadar halkın üstünde bir güç tanımadım”. Gerçekten de öyledir. Yöneticiler, siyasetçiler halkı desteğini aldığı zaman demokrasi dışı hiçbir bir gücün, hiçbir baskının anlamı ve etkisi yoktur. Yöneticiler çeşitli baskılara maruz kalıyor diyelim. Şayet halkı arkasına almışsa, onun fikrini almış, karar verme mekanizmalarına halkı katmışsa; rahatlıkla “HALK İSTEMİYOR” diyerek  baskı ve çıkar gruplarına en etkili cevabı vermiş olur. Çanakkale gibi birçok cephede istiklal mücadelesi vermiş, 15 Temmuz’da tanklı tüfekli hainlere, silahsız, sadece canıyla, kanıyla karşı çıkarak darbeyi önlemiş böyle bir halkın kıymeti bilinmeli ve ona daima hak ettiği saygıyı,  ilgiyi, hizmeti sunmalıdır. Sevgiyle kalın.

Uzun süre görevde kalanların durumu için kullanılan ifadedir “Görev Körlüğü”.  Aynı görevde kalmanın kişide bıkkınlık, rehavet,  farkına varamayış, çözüm reflekslerinde azalma gibi bir takım olumsuzluklar yaratmasıdır. İşin en tehlikeli tarafı ise zaman geçtikçe kendinden daha iyi kimsenin o görevi layıkıyla yapamayacağına inanır. En iyi kendi düşünür, bir şey yapılacaksa en mükemmelini o yapar. Zaten uzunca bir süredir yapılabilecek bütün yenilikler yapmıştır.  Ona göre geriye sadece rötuşlarla uğraşmak kalmıştır ve onu da zaten yapıyordur.

Oysa gerçekte; hizmetler durağanlaşmış, yeni bir şey üretilemez hale gelinmiş, her şeyin yolunda olduğu inancı nasırlaşmıştır. Bu anlayışla aşama kaydetmenin, gelişmenin, mükemmelliğin, yeniliğin asla sonunun olmadığı gerçeğini bile fark edemez.

Kamu hizmetlerinde, özellikle Silahlı Kuvvetler, Emniyet teşkilatı ve özel görev yapan kurumlarında belli dönemlerde atamalar yapılarak görev yeri değişiklikleri gerçekleşir.

Son dönemde Milli Eğitim de özellikle yönetici kadrolar için rotasyon adı altında görev yeri değişiklilerini görmekteyiz. Bana göre çok isabetli bir uygulama. İnsan yeni bir yere atandığında daha orayı tanımaya başlarken bile eksiklikleri görebilir, yeni geldiği yerde aldığı bayrağı daha yukarılara taşımak için kendini zorlar, bir şeyler üretmek için kendini mecbur hisseder. Gelecek nesilleri eğiten, şekil veren, yetiştiren kurumların başında gelen eğitim camiasındaki rotasyon çok doğru; ama geç bile kalmış bir uygulamaydı.

Topluma etkileri, yön vermesi, gönüllere hitap etmesi, ruh ve inanç dünyasına hitap etmesi açısından yine önde gelen kurumlarımızdan Diyanet işlerinde de aynı uygulamanın yararları olacağına inananlardanım. Aynı camide göreve başlayıp yine oradan emekli olan İmamları biliriz.

Geçtiğimiz günlerde bir toplantıda,  uzunca bir süre görev yapmış bir ilin belediye başkanı şöyle demiş: “Bende öyle bir hal olmuştu ki; ben olmadan bu şehirde kimse yaşayamaz sanıyordum”.

Bu haleti ruhiye de olan kişiler, öyle sanıyorum ki dönem tahdidi getirilmezse oturduğu koltuklardan asla kalkma niyeti taşımazlar. Tam da burada Ak Partinin hakkını teslim etmek gerekir. Milletvekilleri ve Belediye Başkanları için görev alma süresinin en fazla üç dönem olarak sınırlanmasının nedenlerinden birisi yukarıda bahsettiğimiz mahsurların ortadan kaldırmasına yöneliktir.

Doğrusu Belediye Başkanları için ve bazı özel görevlerde bulunanlar için halk arasında, biraz da kişiselleştirilmiş şöyle bir söz söylenir “Bir adam asamaz, bir de para basamaz”.

Elbette işin aslı esası öyle değildir. Söylendiği gibi kimse aklına geldiği şekilde hiçbir kurumu yönetmez, yönettirmezler de; çünkü Türkiye bir hukuk devletidir ve bazı eksiklerimiz olsa da çok şükür demokrasi ile yönetilen bir ülkeyiz. Hele belediyeler için asla böyle bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Merkezi yönetim denetimi var, meclis denetimi var, üstüne üstlük kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve STK lar tarafından izlenmesi var. En önemlisi halkın izlemesi, değerlendirmesi ve son kararını oyu ile belirlemek için beş yıl sabırla beklemesi var.

Yine eski bir İl Belediye Başkanı anılarında belediye bürokratı ile vatandaş arasındaki tartışmaya şahit oluyor. Bürokrat, sen kimsin ki, buna sen mi kararı vereceksin” diyor. Başkan ders niteliğinde şu sözleriyle olaya müdahil oluyor:

”Evladım sen ne diyorsun, vatandaş benim başkan olmama bile karar veriyor”.

Son karar verici daima halktır. Hain darbe girişimi gecesi Sayın Cumhurbaşkanı çok veciz bir cümle kurmuştu. “Ben bu güne kadar halkın üstünde bir güç tanımadım”.

Gerçekten de öyledir. Yöneticiler, siyasetçiler halkı desteğini aldığı zaman demokrasi dışı hiçbir bir gücün, hiçbir baskının anlamı ve etkisi yoktur. Yöneticiler çeşitli baskılara maruz kalıyor diyelim. Şayet halkı arkasına almışsa, onun fikrini almış, karar verme mekanizmalarına halkı katmışsa; rahatlıkla “HALK İSTEMİYOR” diyerek  baskı ve çıkar gruplarına en etkili cevabı vermiş olur.

Çanakkale gibi birçok cephede istiklal mücadelesi vermiş, 15 Temmuz’da tanklı tüfekli hainlere, silahsız, sadece canıyla, kanıyla karşı çıkarak darbeyi önlemiş böyle bir halkın kıymeti bilinmeli ve ona daima hak ettiği saygıyı,  ilgiyi, hizmeti sunmalıdır.

Sevgiyle kalın.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yenigolcuk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.