SAADET PARTİSİ'NDEN COŞKULU DİVAN!
BÜYÜK İSRAİL PROJESİ ADIM ADIM İLERLİYOR
Saadet Partisi İlçe Başkanı Sami Aytaç ''Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’nin, inkârcı Yahudilerin, yani Siyonizm’in akideye dönüştürdüğü “Vaat Edilmiş Topraklar” üzerinde Büyük İsrail’in kuruluşunu gerçekleştirmek için yürüttüğü bir yıkım projesidir. Vaat Edilmiş Topraklar üzerinde Büyük İsrail’in kurulması, ABD’nin hayal ettiği bir şey değil, gerçekleşmesi için varını yoğunu feda ettiği bir inançtır. ABD’nin bu inancını gerçekleştirmek için Türkiye’yi bölmesi ve parçalaması gerekmektedir. 28 Eylül 2006 tarihinde basına yansıyan bir haberde “NATO’nun Roma’daki Savunma Koleji’nde verilen bir brifingde kürsüye davet edilen ABD’li bir albay, konuşması sırasında Türkiye’yi bölünmüş gösteren BOP haritasını açtı” denilmiştir. Bu haritanın bugün adım adım gerçekleştiğini görmekteyiz. Haritadaki gibi Irak üçe bölünmüştür. Suriye beşe bölünüyor. Bu haritaya göre Türkiye bölünecek ülkeler arasındadır.
Yıllarca Milli Görüş ve onun merhum lideri Erbakan hocamız, toplumu bu şer planlar konusunda uyarmıştır. Milli Görüşün millet tarafından kabul görmesini hazmedemeyen ABD, Siyonist çevreler ve işbirlikçileri İslam’ı ortadan kaldırmanın imkânsızlığı karşısında, yoğunluğunu azaltma yolunu seçmişler ve ILIMLI İSLAM harekâtını başlatmışlardır. Ilımlı İslam denilen şey; Müslümanların cihad şuurundan uzaklaştırılıp, Siyonizm’in abdestinde, namazında, hanımları örtülü köleleri haline getirilmesi olayıdır. Bu çalışmaların tehdidi altında olan Müslümanların, AKP’yi bu açıdan yeniden okuması, İslam âleminin ve bütün insanlığın kurtuluşu için gereklidir. Bu okumalardan sonra ancak, Müslüman toplum önderleri, âlimler ve aydınları AKP’nin, ABD tarafından Büyük Ortadoğu Projesi için geliştirdiği “ILIMLI İSLAM” siyasetinin stratejik bir ürünü olduğunu anlayacaklardır. Gerçekte AKP, Amerika Birleşik Devletleri’nin yürüttüğü “BÜYÜK İSRAİL İMPARATORLUK” siyasetinin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsurudur. AKP yöneticileri kendilerine biçilen bu görevi hiçbir zaman gizlememişlerdir. AKP’ye biçilen önemli görevlerden birisi de, ABD’nin radikal İslam diye tanımladığı Milli Görüş’ün şuurlu kadrolarını dönüştürme görevidir. AKP bu görevinde şu ana kadar başarılı olmuş gözükmektedir. Geçmişte faizi kaldırmak, uygulamadaki bu bozuk düzeni değiştirmek, adil bir düzen kurmak için çalışan Milli Görüş’ün önemli bir kadrosu, AKP sayesinde mücahitlikten müteahhitliğe, müteahhitlikten liberalliğe geçiş yapmışlardır. Milli Görüş kadrolarının dönüştürülmesinde iki önemli olay yaşanmıştır. Birinci olay Fazilet Partisi’nin kapatılması ve AKP’nin kurulması, ikinci olay, Saadet Partisi’nin çökertilmesi için tasarlanmış Numan Kurtulmuş olayının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra kurulan HSP’nin AKP’ye katılması olayıdır. Geçmişte AKP trenini kaçırmış olmaktan pişmanlık duyan Milli Görüş’ün geride kalan önemli bir kadrosu da HSP ile AKP’ye kapağı atarak muratlarına ermişlerdir. Bu iki olay, Siyonizm ile mücadele eden Milli Görüş’ün kendi evlatları eliyle çökertilmesi operasyonudur. Milli Görüş bu iki olaydan etkilenmiş olmakla birlikte kadrolarını yenileyerek ve çelikleşerek yoluna devam etmektedir. Milli Görüş, SAADET PARTİSİ ile her geçen gün biraz daha güçlenerek etkinliğini artırmaktadır.
AKP İslam’ca bir siyaset yapmıyor. AKP Milli Görüş zihniyetiyle de siyaset yapmıyor. AKP’nin İslam’ca bir siyaset yapma derdi de yok, niyeti de yok. AKP batıca siyaset yapıyor. Bunun için faize dünya gerçeği diyor. Bunun için biz dinsel milliyetçilik yapmayacağız, kimsenin yaşam alanlarına müdahale etmeyeceğiz diyor. Bunun için bizim referansımız AB müktesebatıdır diyor. AKP siyasetinin en önemli ayaklarından birisi, belki de en önemlisi ABD’dir. ABD, AKP siyasetinin stratejik müttefiki ve ortağıdır. Yukarıda belirtildiği gibi bu yönüyle de AKP; ABD tarafından geliştirilen “Büyük Ortadoğu Projesi” ve “ılımlı İslam” siyasetinin bir ürünü olarak yürürlüğe konulmuş politik bir projedir. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, hazırladığı “Muhafazakâr Demokrasi” kitabında (AKP Yayınları, Ankara 2003; Önsöz R. Tayyip Erdoğan), şunları yazıyor: “Son iki yüzyıl içinde ilk defa iç dinamikler ile dış dinamikler örtüşmektedir. AKP’yi iktidara getiren kitlelerin talepleri ile (iç dinamikler) ABD’nin ve AB’nin talepleri aynı çizgide birleşmişlerdir. (...) Bu defa halkın istekleri ile Batı’nın istekleri birleşmiştir.”
AKP, arkasına aldığı ABD ve AB desteği ile iktidar olmayı başarmıştır. Bu çizgisini muhafaza ederek iktidarını korumaya çalışmaktadır. Kendisine tanınan müsamahalarla İHL ve Başörtüsü gibi konularda sağladığı rahatlamalarla halkı iktidarına alet etmektedir.
Erdoğan’ın 30 Eylül 2013 tarihinde yaptığı Demokratikleşme Paketi basın açıklamasında yaptığı konuşmada referanslarını şöyle sıralamaktadır: “Bizim, bütün reformlarımızda olduğu gibi, bu reform paketimizde de referans noktamız önce millettir. Parti programlarımız, özellikle 4’üncü Büyük Kongremizde açıkladığımız “2023 Siyasi Vizyonumuz” bizim referansımızdır. Seçim beyannamelerimiz, Hükümet programlarımız, kongrelerimizde açıkladığımız yol haritalarımız, bizim referansımızdır. Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası anlaşma ve şartlar bizim referansımızdır. Katılım müzakerelerini başlattığımız, aday ülke olduğumuz Avrupa Birliği Müktesebatı bizim referansımızdır. Bugüne kadar, çeşitli sorunlar için yaptığımız Çalıştaylar, hazırlanan raporlar, Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmaları referansımızdır.” Bu referansların içinde bu milletin kabul ettiği milli ve manevi değer ve esaslar yoktur.
R. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmuştur. Başbakanlığı ise Ahmet Davutoğlu üstlenmiştir. Bu nöbet değişimi “Yeni Türkiye” olarak tanımlanmıştır. Yeni Türkiye’nin en önemli ilk icraatı
Savaş Tezkeresini çıkarmak olmuştur. Bu tezkere, ülkeye yabancı askerlerin davet edilmesini de içermektedir. Bu yabancı askerler, muhtemelen ABD ve müttefiklerinin askerleri olacaktır. Korkumuz odur ki, Türkiye’ye gelecek Amerikan askerleri hedeflerine ulaşmadan ülkeden ayrılmayacaktır.
Bu ayın başında Meclis’ten bir tezkere geçirildi. Bu tezkereye göre, Mehmetçik yani TSK yurt dışına gönderilebilecek. Yani yabancı ülkelere gönderilebilecek. Acaba Mehmetçik, sizin evlatlarınız hangi yabancı ülkeye gönderilecek? İsrail’e mi, Fransa’ya mı, Almanya’ya, İngiltere’ye mi, nereye gönderilecek? İslam ülkelerine Suriye, Irak’a. Niçin gönderilecek. Oradaki kardeşlerinizi öldürsün diye. Öyle değil mi AKP? Yabancı askerler dediğin kimler ey AKP. Dürüst ol, doğru söyle, yabancı askerler dediğin kim? Haçlı orduları değil mi? Yani Osmanlıyı paramparça edenlerin torunları değil mi, İslam coğrafyasını kan gölüne çevirenler değil mi? Türkiye’yi IŞİD’ten koruyacakmış. Yani Haçlı orduları bizi IŞİD’ten koruyacak öyle mi? Onlara göre bölünmesi gereken ülkelerden 22 İslam ülkesinden birisi de Türkiye’dir. İşte Türkiye’ye davet edilecek yabancı askerler de bu düşünceye hizmet edecek askerlerdir. Yani bir bakıma Türkiye’yi bölecek, parçalayacak askerler. Öyle değil mi AKP, öyle değil mi Sayın Cumhurbaşkanı, öyle değil mi Sayın Başbakan? NATO’nun bu zamana kadar bir tek İslam ülkesine huzur getirdiğine şahit olanınız var mı? Türkiye’ye huzur getirecek öyle mi? Ben buradan iktidar sahiplerine tekrar soruyorum; Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, TSK gerçekten IŞİD denilen örgütle mücadele edemeyecek kadar acz içinde mi? hayır. Siz belli bir planın uygulayıcısı durumundasınız, farkında olmasanız da . AKP siyasetinin ülkemize kazandırdığı üç şey; 1- Manevi tahribat, 2- Ekonomik yıkım, 3- Dış Politika faciasıdır.
Kobani protestoları açık ve net bir şekilde ortaya koydu ki, Türkiye’nin istihbarat konusunda çok büyük zaafiyetleri söz konusudur. Dalga dalga yayılan ve vandalizm boyutuna ulaşan protestoların kıvılcımını ateşleyen unsur kuşkusuz HDP’nin şuursuzca kitleleri yönlendirdiği sorumsuz beyanatlarıydı. Ama, siyasetin yumuşak bir geçişle halledebileceği, sorumlu davranarak kitlelerin öfkesini dindirebileceği olaylarda, hükümet yetkililerinin bile dengesiz açıklamalarla yanan ateşe benzin dökmeye çalıştıklarını görmek, inanın yüreklerimize düşen koru daha da alevlendirdi. Türkiye’nin sosyal, etnik ve kültürel tüm yelpazelerini kuşatması gereken, içişlerinden sorumlu bakanı olayların başladığı ve devam ettiği günlerde, “Şiddet’e misliyle karşılık verilecektir” açıklaması yapıyor. “Huzur ve barışın tesisi için biz elimizden gelen her şeyi yapacağız. Sokaklar çözüm ve çare arama yeri değildir. Şiddet, hiçbir problemin çözümü olamaz. Polisimiz ve askerimiz, bu vandalizmin karşısında elbette duracaktır. Ama, herkes aklını başına devşirsin, siyaset atacağı adımlara dikkat etsin” gibi yumuşak ve kamuoyunun içinde biriken gazı alabilecek nitelikte açıklamalar yapacağına, “Şiddet’e misliyle karşılık vereceğiz. Önümüze çıkanı döveceğiz” diye konuşuyor.
Maalesef, Türkiye’nin son 10 yıllık dış politikası kelimenin tam anlamıyla iflas noktasına gelmiştir. Stratejik müttefikimiz diyerek tüm ipleri eline verdiğimiz, Büyük Ortadoğu Projesi’nde figüran olmayı kabul ettiğimiz Amerika, Türkiye’yi Avrupa Birliği kapısında kapıkulu, Ortadoğu ülkeleri nezdinde de istenmeyen ülke konumuna düşürmüştür. Sürekli “Lider ülkeyiz, büyük ülkeyiz, İslam ülkeleri nezdindeki siyasi kredibilitemiz artıyor” diye gururlanıyor, böbürleniyoruz. Peki, yanı başımızdaki Suriye gerçeğinde hangi ülkenin kaç kuruşluk yardımını alabildik? Sınırlarımızı sonuna dek açtık… Yerleşim yerleri oluşturduk… Suriye’den ve Irak’tan kaçan milyonlarca kişiyi şehirlerimize aldık… Sokaklar, caddeler, en küçük yerleşim birimleri bile mülteci Suriyelilerle doldu, taştı. Şu anda sadece işin dilencilik boyutuyla ilgili sosyal dramlar ve trajediler gazetelere, televizyonlara yansıyor. Bugünün yarını da var… 10 sene sonra, 15 sene sonra, memleketin her köşesindeki şimdi “Trafikte bizlere el avuç açan ve genç yaşlara ulaşan Suriyeliler, işsiz kalınca, aç kalınca, açık kalınca ortaya nasıl bir sosyal tablo çıkacak? Bunları hiç düşündünüz mü?
Şunu açık bir şekilde söylemeliyiz ki, Türkiye’de Aileden Sorumlu Bakanlıkta sosyal olayların bugünü ve yarınıyla ilgili çalışması gerekenlerin, kesinlikle ense yaptığı çok açıktır. İçişleri Bakanlığı’nda mülteciler ve yarınları üzerine hiç kimsenin kafa patlatmadığına da adımız gibi eminiz. 2 milyon mülteciden bahsediyoruz… Bu mültecilere, daha ne kadar bir tas çorba, bir kap yemek vererek durumu idare edebileceğiz? Yarın bir gün çok daha büyük bir sosyal patlama meydana gelirse, bunu kim önleyebilir?
Birleşmiş Milletler devreye girsin… Bu dramı görsün… Siyasi nutuk atmak kolay… Efelenmek kolay… Kolay olmayan, Birleşmiş Milletler’in bu sosyal dramın ağırlığını Türkiye’nin üzerinden kaldıracak nitelikte bir çalışma yapmasını, bir tavır ortaya koymasını sağlayacak gücü, uluslararası arenada hissettirebilmek. Ne oldu? Bir zamanlar kanki olduğumuz Esad’ı bizlere kim düşman belletti? Amerika… Peki, “Yapılacak uluslararası harekât IŞİD ile beraber Esad’ı da kuşatması gerekir” diyen bizi, “Şu anda önceliğimiz Esad değil” diyerek abondone eden kim? Amerika… Peki, hani bizim kendimize ait stratejilerimiz? Hani bizim kendimize ait dış politikamız? Biz kimin uydusuyuz? Hani biz lider ülkeydik? Hani biz stratejik olarak sözü dinlenen, politikaları öncelenen bir ülkeydik? '' dedi.
ÇARE AKP’Lİ DEĞİL, SAADET PARTİLİ OLMAKTIR
Aytaç sözlerine şöyle devam etti ; '' Çünkü Saadet Partisi, Milli Görüş’ün tek temsilcisidir ve batıca değil İslam’ca siyaset yapmaktadır. Saadet Partisi hâlihazır faizci zulüm düzeni yerine Adil Bir Düzen kurmanın mücadelesini vermektedir. Saadet Partisi Materyalist Eğitim yerine Önce Ahlak ve Maneviyatı esas alan bir eğitimi öngörmektedir. Saadet Partisi idarede liyakat ve adaleti esas almaktadır. Saadet Partisi milletimizin özünü temsil etmiştir. Çünkü milletin kurtuluş ilacının tohumu Milli Görüştedir. Bu görüş işbirlikçi ve gayri milli iktidarların bütün tahribatını önlemiş ve tedavi etmiştir. Milli Görüş, bu milletin İsrail’e vilayet olmasını ve parçalanmasını engellemiştir. Milli Görüş, Türkiye’yi aslına özüne çeken bir römorkör gibidir. Varlığı bile Batıl zihniyetleri hizaya getirmeye yeterlidir. Milli Görüş’ün yapacağı 2 büyük hizmet kalmıştır. Bunlar: 1- Yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak, 2- Yeni Bir Dünyayı kurmaktır. Kim bunları istiyorsa Milli Görüş’te, Saadet Partisi’nde yerini almalıdır. Kim, maneviyatçılık olmadan, sorumluluk ve hesap duygusu taşımadan saadet olmayacağına inanıyorsa, kim, hakkı üstün tutuyor, haklıyı savunuyor ve zulme karşı çıkıyorsa, kim, barışı korumak, savaş ve anarşiden kurtulmak istiyorsa, kim, milletiyle, ülkesiyle ve devletiyle bütünlük içinde varlığını ve bağımsızlığını sürdürmeyi amaçlıyorsa, kim, tarihteki şerefli yerini tekrar almayı hedefliyorsa, kim, her yönden bağımsız ve kalkınmış bir Türkiye arzuluyorsa, kim, gerçek bir hürriyet ve temel insan haklarının kollandığı, kâmil manada din hürriyetine sahip bir ülkenin hasretini çekiyorsa, kim, mutlu bir hayat düşlüyorsa ve her kim, “Önce Türkiye” deyip, milli çıkarlarını şahsi hesaplarının üstünde tutuyorsa işte bunlar bir an evvel Milli Görüş yani Saadet Partisi saflarına katılmalıdır vesselam. '' dedi.