ÇAVDAR ‘’1 KASIM SEÇİMLERİ SONRASI MHP’DE DEĞİŞİM HAREKETLİLİĞİ VAR’’

Başkan Çavdar; Delegasyon tek tek aranıyor, hali hatırı iyice soruluyor, varsa çözülmemiş şahsi (parasal) problemleri çözülüyor. Karşılığında değişim için vereceği bir oy kibarca talep ediliyor. Çok mu? Önce MHP’ye sonra ülkeye demokrasi gelmesinin, demir dağların yeniden eritilip kutlu yürüyüşün topuk sesleriyle şenlenmesinin karşılığı sadece bir oy.
Değişimci Abla kapalı bir mekanda konuşma yaparken arkasındaki sloganlardan birisini: “Ülkücüye itibar”
Ülkücüler neden itibarsız? 11,9 aldılar diye mi? Milli ilkeleri koalisyon şartı olarak öne sürdüler diye mi?
Kurultay hazırlıkları doludizgin sürüyor. Hukuki meşruluk dışında her şey tamam. Zira 13 Mayıs 2016’daki mahkeme kararına göre kurultayın toplanması söz konusu değil.
Gel gör ki dalga dalga büyüyen demokrasi yürüyüşünün önünde hangi çılgın durabilir? Mahkeme kararlarını aşan değişim dalgaları 15 Mayıs günü Büyük Anadolu Oteli’nin önünde kıyıya vuruyor.
Valilik korsan kongrenin engellenmesi için otelin girişine polis barikatı kurmuş.
Oradaki bir fotoğraf yıllar geçse de hatırlanacak: Değişimin liderliğini fiilen yürüten Meral Akşener’in polisin güvenlik tellerine tutunan o parmakları, bir metal parçasını kavramaktan çok uçurumdan aşağı düşmek üzere olan demokrasiyi son bir umutla yakalamışçasına romantik ve dramatik çağrışımlarla yüklü.
Şimdi, 7 yıl sonrası.
Yeni parti kurulmuş, hile hurda meclise sokulmuş, mağduriyetler mağrurluklarla yer değiştirilmiş.
Dün “demokrasi” vaveylası koparan Abla’nın mührü eline alıp Süleyman olduğu günlere gelinmiş.
Genel Başkanı olduğu partisinin kurultay salonunda parti içindeki değişim taraftarlarına hitap ediyor: “Saygısızlar, saygısızlar! Ne istiyorsunuz?”
Biraz “değişim” biraz “itibar. Ama işittikleri sözler yenilir yutulur cinsten değil: “Kahrolun, kahrolun, kahrolun!”
MHP’deki değişim hareketliliğine partisinin tüm imkanlarını seferber eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da tarihin öcünden kaçamıyor.
Belediyeleriyle, TV kanallarıyla, maaşlı gazetecileriyle önünü açmaya çalıştığı değişim kervanları yıllar sonra kendi kapısını zorlarken ihraçlar, ses kesmeler, görevden el çektirmeler birbiriyle yarışıyor.
İki gün önce basına düşen bir haber: “Kılıçdaroğlu, "değişim" tartışmalarının kamuoyu önünde sürdürülmesine tepki gösterdi, "kamuoyu önünde partiyi yıpratanların CHP'den uzaklaştırılacağını" söyledi.
“Etme bulma dünyası, çalma kapını çalarlar kapını, Allah yaşattığını yaşatmadan öldürmez” gibi bir sürü şey söylenebilir.  Meselenin özü herkesin malumu olduğu evrensel bir ahlak kaidesinde saklı: “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.”
Uygulaması çok basitmiş gibi durabilir ama hırsın, kinin, gizli hesapların, ikiyüzlülüklerin dünyasında bu evrensel ahlak ilkesinin yüzüne bakılmıyor. Bakılsa, bu onur kırıcı vaziyetlere hiç düşülmezdi 


Muhalefetin Tiyatrosu Devam Ediyor.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ağır faturasıyla yüzleşmeye çalışan muhalefet partileri  “keşke” pişmanlığında bir sızlanmayla hesap vermeye başladılar.
İP Başkanı Meral Akşener, “lamı cimi yok, kaybettik” sözleriyle muhasebe yaparken, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu da, “En son tercihim seçime CHP listelerinden girmekti. İYİ Parti’ye teklif götürdüm, ‘Bu sağ seçmen CHP’ye oy vermez, beraber olalım’ dedim” diyerek günah çıkarmaya çalıştı.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, CHP listelerinden aldıkları 16 milletvekilinin “analarının ak sütü gibi helal” olduğunu söylerken, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da ittifakın nimetlerinden nemalanmanın verdiği hazdan gayet memnun kaldı. Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal ise kayıplara karıştı. İttifakın diğer ortakları kayıp ilanı vermek için gün saymaya başladı…

Günahıyla sevabıyla, saygısızca yaşanıp biten bir mutabakatın verdiği sancı dillerden yeni yeni dökülür oldu. Seçim sonuçlarının şokunun etkisinden çıkanlar geçmiş sözlerini unutup veryansın ederek dizlerine vurdular.
AK Parti’den oy tırtıklamak için parti kuran Ahmet Davutoğlu, partisini CHP’nin limanına çekmekten hiçbir zaman gocunmadı. Israrla CHP’ye kendini sevdirmek için uğraş verdi. Bir röportajında, “Ben kendimi sağcı olarak görmedim hiçbir zaman. Fakat ilgilendiğim alanlar ve bu ülkenin, toplumun klasik değerlerine olan saygım dolayısıyla bu ikisini mezcetmeye çok çalıştım” demişti. CHP seçmenine ve yönetimine kendini kabullendirmek için olmadık sözler sarf etti. Ortak mutabakat metinlerine imza attı, CHP’nin politikalarını harfiyen destekledi, HDP tezlerine dört elle sarıldı. Şimdi çıkıp CHP listelerinden seçimlere girmesinin en son seçenek olduğunu söylemesinin bir anlamı kaldı mı?
Davutoğlu ve Babacan’ın parti kurmalarının amacı zaten AK Parti’den tırtıkladıkları oyları CHP’ye kanalize etmek değil miydi? Bu stratejiyi 16 Nisan 2017 referandumunda “Hayır” oyu için çalışarak ve 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın aday olmasına rağmen Abdullah Gül’ü CHP’nin adayı yapmaya çalışarak göstermediler mi? O zaman örtülü yaptıklarını, partileştikten sonra aleni şekilde uyguladılar.
Deva ve Gelecek Partisi kurulduğunda İP Başkanı Meral Akşener, tek eksiklerinin muhafazakâr dindarlara ulaşmak olduğunu belirterek, “Çünkü Erdoğan aramıza kalın bir duvar koydu. Babacan ve Davutoğlu’nun partisi bu açıdan muhafazakâr dindar seçmene çabuk ulaşmayı kolaylaştıracak yapılar olacak, çünkü onlarla arasına bizim gibi duvar öremez” sözleriyle asıl niyetlerini deşifre etmişti.
Gizli niyetleri, kirli gündemleri “AK Parti ve MHP’den nasıl oy koparırız” şeklinde tezahür eden bu ittifakın hesabı tutmadı. Bu yüzden birbirlerine ayna tutup, suçlu aramaya başladılar. Milletin sandıkta kendilerine tuttuğu aynayı görüp siyaset çöplüğünde yer alması gerekenlerin hâlâ gelecek arayışında olmaları kendileri açısından acı bir tablo değil de nedir.
Sağ seçmenin CHP’ye oy vermeyeceğini söyleyenlerin ortak cumhurbaşkanı adayının CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olması tezat değil mi?
CHP listelerinden 15 milletvekili aldıktan sonra milletin gözünün içine baka baka zorla 15 milletvekili verilmiş edasıyla konuşmak,  “biz tiyatro oynadık” demek değil mi?
Aylardır aynı masada oturduktan sonra CHP ile “ortak politika” belirlemek siyasi bir utanç değil mi?
Kendilerini sağda görmeyen, solda oturmaktan çekinmeyen, HDP’yle birlikte yürümekten utanmayan siyasi figürlerin bugün iç muhasebe yapması bile komik değilse, su katılmamış bir yalan değil mi?
Şeytanı bile utandıran siyaset cambazlarının bugünkü pişmanlıkları fayda eder mi?
Sizce bu günah çıkar mı?

Değişim Masalları

Seçim sonuçlarının ilanından bu yana, CHP’de bir değişim rüzgarıdır esip duruyor.
Rüzgar esiyor esmesine de kendini değişimci olarak tanımlayanların neden değişim talep ettikleri bir türlü anlaşılamıyor.
Çünkü CHP’de değişim isteyenler bu arzularını altını doldurarak bir talepte bulunmuyor.

Sundukları tek bahane var.
Seçimlerin kaybedilmesi…
Bu güzel gerekçenin nedenleri gerçekten irdeleyerek ortaya koyan bir değişimciye rastlanılmıyor.

Sonuç olarak suni bir gündemin etrafında dönüp duruluyor.
Çünkü kimse gerçeklerle yüzleşmek istemiyor.
Gerçeklerle yüzleşemeyince değişim meselesi bir nesnenin dolaysız olarak bir başka nesne ile değiştirilmesi, yani parti yönetimdekilerin gidip yerlerine kendilerinin gelmesi şeklinde sınırlanıyor.
Hiç düşündünüz mü?
Neden bir değişimci çıkıp “seçim sürecinde uyguladığımız siyaset yanlıştı” diyerek meselenin özüne nokta atışı yapmıyor?

Yapamaz çünkü…
Onlarında doğruyu yapmak gibi bir kaygıları yok…
Zira onlara göre seçim süreci boyunca PKK’ya umut, FETÖ’ye ümit olan duruş olması gerekenden daha az sergilendi.
Bu duruş daha canlı, daha heyecanlı bir tutumla sergilenseydi ancak o zaman başarı elde edilirdi.
PKK’lılara daha fazla umut, FETÖ’cülere daha fazla ümit vermenin seçim kazandıracak sihirli formül olduğuna inananlar bunlar...

Değişiminden kasıt yeni nesillerin atalarına tıpatıp benzememesini sağlayan bir varyasyon olsa ne ala…
CHP’de gerçekleşecek değişim sonucunda FETÖ’ye el açmayacak, PKK’nın taleplerine boyun eğmeyecek isimler parti yönetimine gelse diyecek bir söz yok…
Ama bu bahsettiğimiz değişim CHP’de yıllar yıllar önce yaşandı.
Şimdinin değişimcileri ile mevcut yönetimi destekleyenler el ele verdi, CHP’yi toplum nezdinde CHP yapan ilke ve değerlerden fersah fersah uzaklaştırdı.
Etnik ve mezhepsel yaraları kaşıma üzerine kurulu siyasi anlayış partinin en üst kademesinden çaycısına kadar sirayet etti.

Değişim özü tekrar kurucu ilkelere dönüşse…
Bu sayede etnik ve mezhepsel yaraları kaşıyan siyasete bir son verilecekse…

Gerçekleşsin değişim…
Fakat olay bu değil…

CHP’deki değişim tartışmalarının özü “Terörist Demirtaş’ı, Sorosçu Kavala’yı savunuşumuzu yeterince maskeleyemediniz, biz daha iyi maskeler ve daha fazla insanı kandırırız” isimli bir kör dövüşünden ibaret olduğu için değişimin sonucunda ne olacağına kafa yormaya gerek de yoktur.
Çünkü “PKK’ya ağam, FETÖ’ye paşam diyerek kim daha çok insan kandırabilir” müsameresi oynanmış, Bay Kemal bu yolla alınabilecek en yüksek oya ulaşmıştır.
Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alacağını iddia etmenin adı değişim değil, başka bir şeydir…