“SANATÇI MADDİ BEKLENTİ İÇİNDE OLMAZ”
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği 13. Kitap Fuarı,
390 yayınevi, 450 yazar ve 750’yi aşkın etkinlikle kâğıttan dünyaları keşfe çıkarıyor. Bu bağlamda “Ağlasam Gözlerime İhanet” ve "Aşk Direnmektir” şiir kitaplarının ve “Caspian” adlı romanının yazarı Yasin Pamuk, Karamürsel Alp Salonu’nda, “Kültür, Sanat ve Hayata Dair” başlıklı söyleşisinde okurlarıyla bir araya geldi. Aynı zamanda Evrensel Kültür ve Sanat Derneği Başkan Vekili olan ve sporcu kimliğiyle de birlikte birçok alanda başarılı projelere imza atan şair ve yazar Yasin Pamuk, söyleşisinde dünyayı gezerken gördüklerini ve yaşadığı duygularını şiire döktüğünü, romanının birçoğunu seyahat ederken uçakta kaleme aldığını söyledi. Pamuk, “Sanatçı maddi beklenti içinde olmaz” dedi.
“SANATÇI OLMAK KOLAY DEĞİL”
Kültürün, doğuştan gelen veya genlerden geçen bir kavram olmadığını, yaşanmışlıklardan, çevreden ve toplumun tarihi geçmişinden gelen bir kavram olduğunu belirten Pamuk, “Ailemizden, çevremizden ne görüyorsak hayatımıza yansıtıyoruz. O kültürün içinde değilsiniz dirençle, tepkiyle karşılaşırsınız. Sanatçılar maddi beklenti içinde olmaz, kendi iç yansımalarını dışa aktarırlar. Sanatçı, içindeki dürtüleri ortaya çıkartır. Kabul görürse mutlu olurlar” diye konuştu. Pamuk, bazen sanat ve zanaatın karıştırıldığını dile getirerek, “Zanaatkarlık sonradan öğrenilen bir meslektir. Başka birinin yaptığını yapabilir ve ekonomik bir çıkar sağlar. Ayakkabı ve terzi ise sadece ona ihtiyaç duyanların ilgi alanındadır. Sanatçı böyle değil. Ürettiği eserlerini herkes ilgi duyabilir. Sanatçı olmak kolay değil ve çoğu da anlaşılmaz” dedi.
“KÜLTÜRÜMÜZE DÖNMEMİZ LAZIM”
Türk kültürünün güvene dayandığını dile getiren Pamuk, şunları kaydetti; “Birbirimizi maddi manevi kandırmaktan vazgeçmemiz lazım Yüzyıllardır gelen kültürümüz güven üzerine kurulmuştur. Birbirimizi sevmemiz lazım. Bireysel çıkardan çok, toplumsal çıkarı düşünelim. Yaşıyorsak insan gibi yaşamalıyız, seviyorsak insan gibi sevmeliyiz. Kültürümüze sahip çıkmalıyız. Bu önce dil ile olur. Dilimizi düzgün kullanalım. Milli ve manevi bilinci, çocuklarımıza aşılamamız lazım. Eski kültürümüze dönmemiz lazım. Özgüvenimizi geliştirmemiz gerekir. İnsanlığımızı kültürümüzü kaybetmememiz, aykırı düşünen insanları dışlamamamız, sanatçımıza ve zanaatkarlarımıza sahip çıkmamız lazım.” Yasin Pamuk söyleşisinde yazdığı şiiri seslendirdi, okurlarının sorularını yanıtladı.
“YAŞLILARIMIZ BEREKETİMİZDİR”
Karamürsel Alp Salonu’nda okurlarıyla bir araya gelen eğitimci-yazar Erdoğan Eriçyel, kaleme aldığı “Yarından Sonra Bir Huzurevi Hikâyesi” başlıklı söyleşisinde, 17 sene müdürlüğünü yaptığı huzurevinde yaşadığı anılarını paylaştı. Yaşlılığın her insanın başına gelebilecek bir şey olduğunu ancak bunu kimsenin kabul etmek istemediğini belirten Eriçyel, “Kimse yaşlanmak istemez. Ama insanın doğasında böyle bir gerçek var. Yaşlılar, ‘Bizler sizin yaşınıza gelemeyiz ama sizler bizim yaşımıza geleceksiniz.’ derler. Bu önemli. Yaşlılığın, kronolojik, psikolojik ve sosyolojik evreleri vardır. İnsanlar yaşlandıkça tecrübe kazanırlar. Yaşanmışlıklar vardır. Zamanla armut olgunlaşır, insan değil. Zaman çok kıymetlidir ve asla boş geçirmeye gelmez. Yaşlılar çınar ağacı gibidir gölgesinden yararlanmayı bileceğiz. Peygamberimiz, ‘Bereket büyüklerle birlikte’, Hz. Alide ‘büyüklerinize saygı gösterin ki küçükleriniz de size saygı göstersin’ der.
“MECBUR KALMADIKÇA HUZUREVİNE YATIRMAYIN”
Erdoğan Eriçyel, 17 sene huzur evi müdürlüğü yaptığını ve çok şeye şahit olduğunu belirterek, “Toplumda, huzurevi öcü gibi görülüyor. Kimse anne babasını huzurevine götürmek istemiyor. Çocuklarım ne der, çevremiz ne der. Huzurevi kalacak bir yeri kimsesi olmayanların kalabileceği yerlerdir. Mecbur kalmadıkça yatırmayın ama yatırınca da ziyareti ihmal etmeyin. Huzurevindeki yaşlıların gözlerindeki yaşlar kurumuştur. Hasretten, ağlamaktan. Hasretlik bir insana verilebilecek cezalardan biridir. Annem hasta bakamıyoruz, eşim ben çalışıyoruz anneme bakamıyoruz. En büyük bahane bu.” değerlendirmesinde bulundu. Eriçyel, “Yarından Sonra Bir Huzurevi Hikayesi” kitabının filme uyarlanacağını ve şua anda senaryosunu yazdığını sözlerine ekledi.
“SULTAN SELİM CİHANI DEĞİŞTİRECEK HAMLELER YAPTI”
Karamürsel Alp Salonu’ndaki diğer katılımcı tarihçi Resul Orman, “Yavuz Sultan Selim Han” konulu söyleşi gerçekleştirdi. Yavuz Sultan Selim’i, savaşçı ve mücadeleci özelliğinin onu tahta taşıdığını anlatan Orman, onun disiplinli ve sert mizaçlı olmasının, özellikle döneminde Osmanlı sınırları ve topraklarındaki karmaşaya son vermesi açısından önemli bir etken olduğunu kaydetti. Selim’in, tahta geçtikten hemen sonra 1512 ve 1513’de Şah İsmail sorununu için Safevi Devleti’ne karşı düzenlediği seferlerle doğuda güvenliğini sağladığını aktaran Orman, şöyle konuştu; “Osmanlı, fethettiği yerlerde asimilasyon yapmamış, oradaki halk kültürünü ve inancını serbestçe yaşamıştır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışı ile hareket edilmiştir, Yavuz, Osmanlı’nın tek kontrol, tek merkez ve güçlü bir devlet olmasını istiyordu. Yavuz Sultan Selim’i anlarsak, Ortadoğu karmaşasından nasıl çıkıldığını anlayabiliriz. Cihanı değiştirecek hamleler yaptı. 25 senesi Trabzon’da,17 senesi Amasya’da geçti. İstanbul’da tahtta 8 sene kaldı ama 6 senesi savaşlarda geçti. Ona, “Şarkın fatihi” ve “dönemin İskender’i” derlerdi Osmanlının kültür ve medeniyeti o günkü Avrupa’nın çok üzerindeydi.”
“DÜNYA TARİHİNDE BÖYLE BİR YÜRÜYÜŞ YOK”
Karamürsel Alp Salonu’nda Yüksel Mimar Prof. Dr. Suphi Saatçi, “Medeniyetin Beşiğinde Şehir” konulu söyleşi yaptı. Bazı tarihçileri ve yazarların Türklerin sıfırdan şehir kurmadıklarını söylediğini ancak bunun doğru olmadığını açıklayan Saatçi, Buhara ve Semerkant’ın dönemin mimari özelliği yüksek olan şehirler olduğunu söyledi. Türklerin çok hareketli ve coğrafyasını sürekli değiştiren bir tek millet olduğunu belirten Saatçi, “Mesela Çin, Rusya, İran diğer bölgedeki ülkeler ülkesini değiştirmiyor. Orta Asya’dan çıkmışız yavaş yavaş İran üzerinden Anadolu’ya gelmişiz. Malazgirt zaferi ile Anadolu’ya geçmişiz. 1453 İstanbul’a gelmişiz. Dünya tarihinde böyle bir yürüyüş yok. Atalarımızın akıllı politikaları sayesinde, stratejik derinliği olan yerleri almışız. İ’la-yı Kelimetullah, İslam’ın adaletini ve barışını dünyaya yaymak bizim Türk milletinin misyonu, görevi bu olmuş. Bu da bize müthiş bir dinamik sağlamış. Bu yürüyüşü, insanları öldürerek değil onlara özgürlük ve medeniyet getirerek yapmışız ve şehirler kurmuşuz” şeklinde konuştu.
“TÜRKLER BÜYÜK BİR DEVRİMİ GERÇEKLEŞTİRDİ”
Türklerde illa sıfırdan şehir kurayım kompleksinin olmadığını, hazır olan şehirleri imar ve ihya ettiklerini vurgulayan Saatçi, şunları kaydetti; Orta Asya’dan İstanbul’a, oradan da Balkanlara gitmişiz. Bu büyük bir devrimdir. Türklerin gelişiyle Anadolu’da güvenlik sağlanmış Selçuklu döneminde 100 den fazla kervansaray yapılmış. Ticaret gelişmiş. Ticaret yapılan yerlerde istikrar ve güven vardır. Türkler bunu sadece Müslümanlara değil herkes için yaptı. Biz kaleler, setler, yeraltı şehirleri yapmadık çünkü Türklerin mizacına ters. Biz özgürlüğü ve açık alanlarda yaşamayı severiz. Bu anlayış, Türklerin kurduğu şehirlerin mimarilerine de yansımıştır. İstanbul, kırmızı kiremitli evleri, külliyeleri, camileri ile İslam şehri olarak hızlı bir şekilde imar edildi. Şehirler surların dışına taşarak büyümüştür. Bugün çok inşaata yapılıyor biraz ara verelim. Estetik binalar yapılmalı. Müteahhitleri itidale tavsiye edelim. Mimar Sinan’ın muhteşem eseri Süleymaniye 7 senede, San Pietro kilisesi 120 senede tamamlandı. Osmanlı mimari tekniğinin, Rönesans’ın çok önünde olduğunu gösterir. Sinan sadece mimar değil mühendis olarak büyüklüğünü ortaya koymuştur.”
“PEYGAMBERİMİZİN AİLE HAYATI ÖRNEK ALINMALI”
Türkiye Yazarlar Birliği’nin Çocuk Edebiyat Ödülü’nü alan ve “365 Günde Sevgili Peygamberim” adlı eserin yazarı olan Nurdan Damla, Karamürsel Alp Salonu’nda, “Evlilikte Mutluluğun Sırları” başlıklı söyleşisinde okurlarıyla buluştu. Hz. Peygamber’in eşleri Hz. Hatice ve Hz. Ayşe başta olmak üzere diğer eşleri ile olan evliliklerinden örnekler veren Damla, bugün evlenmek korkan, ürken bir gençlik kitlesinin olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu; “Hepimizin çevresinde yaşı 30’unu geçmiş bekâr erkekler var. Sorumluluk almaktan kaçıyorlar. Kızlar da evlenecek uygun birini bulamamaktan şikâyetçi. Evlendiremiyoruz çünkü rol model yok önlerinde. Hep olumsuz, kötü örnekler var. Korkuyorlar. Oysaki Peygamberimiz bize yaşantısıyla, evlilikleriyle örnek olmuş. Hayatında 9 evlilik yaşamış. Eşlerinin hepsinin huyu farklı. Onun eşleriyle olan ilişkileri bize örnek olmalı” dedi.
“TEK ÇARE SÜNNETE UYMAKTIR”
Toplumda çok sayıda parçalanmış ailenin olduğunu ve insanların evliliklerini kurtarmak için adeta sihirli bir değnek aradığını dile getiren Damla, “Önümüzde rol modellerimiz var. Tek çare Peygamberimizi sünneti. Özellikle Hz. Hatice ve Hz. Ayşe, bize rol model. Onlar bizim için adeta yaşam koçu. Madem Müslümanız onları örnek almalıyız. Ama toplum bunu bilmiyor. Gençlerimize tanıtmamız lazım.” ifadesini kullandı.
“HZ. HATİCE’YE 25 YIL SADAKATLA BAĞLI KALDI”
Hz. Peygamber’in, Hz. Hatice ile evliliğinde çok büyük bir fedakârlık ve örnekler olduğunu belirten Nurdan Damla konuşmasını şöyle sürdürdü; “Evlenecek her gencin, Peygamberimizin, Hz. Hatice olan 25 yıllık evliliğini, iki tarafın da sorumluluğunu, fedakârlığını ve sadakatini bilmesi gerekir. Peygamberimize çok teklif geliyor, güzel ve genç kızlardan ama kabul etmiyor. Hatice’ye, ‘sen bana yetersin’ diyor. İşte sadakat budur. Peygamberimizin, İslamiyet’in daha çok yayılması için yapılan evlilikleri 55 yaşından sonra olmuştur. Gençken Hz. Hatice’ye sadık kalmıştır. Böyle bir yuva cennetten bir köşe olur. Yeryüzünün en muhteşem evliliği. Evlilik, ebedi sırdaşlık ve en büyük yoldaşlıktır. Evliliklerini dürüstlük üzerine kurmuşlar. Savaşa giderken bir eşlerini yanında götürmüş. Peygamberlik geldiğinde ilk Hz. Hatice inanmış. Arkasında olmuş ve desteklemiştir. Evlilikte dürüstlük, sadakat ve fedakârlıkla ayakta kalır. İnsan kalbini rahatlatan tek kurum evlilik kurumudur. Hayatın yükünü birlikte hafifletmek, sorunları birlikte çözmek çok önemli.”