İşte başlığın sonundaki üç noktadır herşeyi anlatan..
Anaların evlatlarını, evlatların , babaları, canlarını kaybettiği gündür..
Ve, ne azaptır ki her yıl yeniden yaşanır..
Ne çiledir ki her yıl yeniden çekilir..
Bu kent de 16 Ağustos günü sohbetler hep aynıdır..
"Depremden önce gündüz şuradaydım ;
Şu saatte şurada oturuyorduk..
Hava çok sıcaktı..
Gökten yağmur gibiş yıldız yağıyordu..."
Sohbetler budur !
Ve bu sohbetler, sohbet edicilerin ömrünün sonuna kadar değişmeyecektir...
İşte bu kent insanları,
yaradan tarafından aslında böyle bir ceza ile cezalandırılmışlardır..
"Unutamamaktır, Unutmamaktır" bu cezanın adı ...
Hangimiz,
hanginiz unutabildi ki ?
Her yıl,
hava kararmaya başlayınca bakmıyormusunuz gökyüzüne ?
Ya da , saatler o uğursuz ana geldiğinde,
03.02 'de içiniz " cız" etmiyor mu ?
Hatırlasanıza deprem sabahını...
Üstüne ne bulduysa giyen,
Taşların, blokların arasında yakınlarının seslerini duyan siz, biz değilmiyiz ?
" Yardım edin" diyen çığlıkları atmadık mı ?
Kim vardı yanımızda ?
Kim vardı ?
Yine bu kentin insanı,
Kimi kriko buldu,
bir umut, taşları kaldırmaya çalıştı..
Kimi,
Çöktü, çökecek binaya tekrar girdi,
" Belki bir komşumu kurtarırım" diye..
Unuttunuz mu ?
Unutmayın, unutmayın ve öyle yaşayın..
Bizler bu kentin " Unutmamakla" cezalandırılmış insanlarıyız..