Bir ülkede yaşayan insanların huzur ve barışı tesis etmeleri adalet ve güvene bağlıdır. Fertler olarak halk olarak başımıza bir sıkıntı geldiği zaman bu ülkede adalet var, güven var deyip rahat uyuyorsa sıkıntı yok demektir.
Bir insana ölümüne güvenmek ve –Allah’ın izniyle- sonsuza kadar yanında olacağına ümit bağlamak asla vefasızlık, yapmayacağına inanmak insanların elinden alınan duygu budur ve bu çok büyük bir nimetin kaybıdır. Güven ve doğruluk yok olunca, geriye de zaten fazla bir şey kalmamıştır.
Konu başlığımız olan güven çok önemlidi. Kur’ân-ı Kerim’de Allahın sıfatlarından biri de "el-Mü’min"dir. "el-Mü’min" ismi/sıfatı, emniyet sağlayan, güven veren anlamındadır.
peygamberlerin sıfatlarından biri de "Emanet"tir. Allah’tan aldıkları vahyi, insanlara olduğu gibi aktarma görevi olan peygamberlerin bu vasfı, yani "güvenilirlik" vasfını taşımaları oldukça önem arz etmektedir. Hz. Peygambere "el-Emin: Kendisine güvenilen" sıfatı, peygamberliğinden önce verilmiş bir vasıftı. Toplumda herkes, O’nun doğru sözlü, kendisine güvenilen bir kişi olduğunda birleşmekteydi
Allah Resûlü (s.a.s.), mü’mini tarif ederken "Mü’min, insanların malları ve canları konusunda kendisine güvendiği kişidir." (Tirmizi, İman 13; Nesai, İman 8)
İslâm’a davet ederken, önce kendisine güvenip inandıklarını tespit etmek için "Size şu dağın arkasında bir düşman var, sizi yağmalamaya gelmiş desem, inanır mısınız?" diye sorar. Toplantıya katılan herkes, tereddütsüz "Evet inanırız." derler. Bu güveni sağladıktan sonra "Öyleyse sizi, önünüzdeki kıyamet günü azabıyla korkutmakla memurum. Bana iman ediniz." diyerek davetini açıklar.
"İslâm" kelimesi de kök olarak barış, esenlik, güven anlamlarını taşımaktadır.
Dostluk, Allah korkusu ve sevgisi temeli üzerine kurulur. Birbirine sürekli yalan söyleyen, oyun oynayan, taktik geliştiren kişilerin gerçek dostluğu yaşaması imkansızdır. Bu kimselerin bulundukları ortamlar, bir tiyatro sahnesi gibidir… Bu, nefes almadan yalan söyleme üzerine kurulu bir oyundur.
İnsan, Allah’a yakın olduğu zaman O’nun sıfatları üzerinde tecelli eder. Mümin kardeşinde Allah’ın tecellisi olan aklı ve güzel ahlakı gören, ruhu onunla tatmin bulan insan, her türlü çileye, her türlü zorluğa göğüs gerer, mutluluğu yaşar. İşte bu gerçek dostluktur; Allah aşkının yansımasıdır. Bu dostluğu samimi yaşayan insan, acıyı da, belayı da, her şeyi kabul eder. Rabb'imiz, iman edenlerin bu güçlü sevgi anlayışlarını, bir Kur'an âyetinde şöyle haber verir:
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Güvenilir insan için nefsinin bencil tutkuları değil, dostlarının istekleri önceliklidir. Güven vermek isteyen insan nefsini terk etmelidir. Nefsini gözeten, onu örtüp-saran kişi, güvenilir olma özelliği gösteremez. Nefis şeytanın etkisindedir, şeytanın sözcüsüdür. Dolayısıyla nefsinin yanında olan kişi, gerçek anlamda dost olamaz. Çünkü yaşanan bir olayda seçim yapması gerektiğinde, arkadaşını değil, kendisini ve çıkarlarını seçecektir.
İnsanların birbirlerine güvenmiyor olması korkunç bir durumdur. Temeli Allah sevgisine değil, karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanan arkadaşlıklar, insan için zamanla azaba dönüşür. Gerçek dostluklar kurmak ve gerçek dostluğun güzelliğini yaşamak isteyen insan, özellikleri konusunda öncelikle kendisini gözden geçirmelidir. Güvenilir olmak ve güven duymak, insan için çok önemli bir ihtiyaçtır. Bu, imanın getirdiği en önemli özelliktir ve insan için güven, dünyanın en büyük nimetlerinden biridir.
Mü'minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur' indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır: Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Fetih Suresi, 4)
Cumanız mübarek olsun. Tüm Müslümanlara selam olsun.