21 Eylül 2017 Perşembe günü yeni bir Hicri yıla girdik. İnsanlığa hayırlar getirsin inşallah.
Sözlükte, haram kılınan, kutsal olan ve saygı duyulan anlamındaki muharrem; savaşmanın haram kabul edildiği dört aydan birinin adı olup, Hicrî-Kamerî takvime göre yılın birinci ayıdır. Nübüvvet öncesi Araplar Recep, Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem'den ibaret olan bu dört aya "Eşhürü'l-Hurum” (Haram Aylar) derler ve bu aylarda savaşı ve adam öldürmeyi ahlaksızlık ve günah sayarlardı. Zamanla bu durum çöl sakinlerinin işine gelmemeye başladı. Ziraat ve ticaretin bulunmadığı bir yerde rızkını mızrağının ucuyla kazanacak olan Bedeviler, bu dört aylık hareketsizlikten usandılar. Gözlerine kestirdikleri bir kabileye saldıracakları veya uygun bir yerde birinden intikam alacakları sırada haram ayların hilâllerinin çekilmiş birer hançer gibi karşılarında parlamasını hoş karşılamıyorlardı. Bu nedenle ayların haramlığını değiştirmeye, Muharrem ve Receb'in haramlığını Safer ve Şaban'a getirmeye başladılar. Bir de Hac ve panayırları genellikle serin zamanlara tesadüf ettirmek için iki senede bir on iki aya bir ay ilave ederek “nesi” uygulamasıyla seneyi iki veya üç yılda bir on üç aya çıkarıp Muharrem ayını Safer'in yerine kaydırmak suretiyle Safer ayını haram ay kabul ediyorlardı. Böylece Muharrem ayı ile kendisinden önceki diğer haram ayların arasına helâl bir ay ekleyerek üç haram ayı (Zilkade, Zilhicce, Muharrem) birbirinden ayırıyor ve Muharrem ayında savaşmakta sakınca görmüyorlardı. Kur'an-ı Kerim bu uygulamanın küfürde ileri gitmek olduğunu belirterek şöyle buyurur: “ (Haram ayları) ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah'ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O'nun haram kıldığını helâl kılmak için (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. (Böylece) onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/37) Peygamberimiz (s.a.v.) de Veda Haccı sırasında Mina'da irat buyurduğu hutbesinde bu yanlış âdeti kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Zaman, Allah'ın gökleri ve yerleri yarattığı günkü şekline dönmüştür. Bir yıl, ay hesabıyla on iki aydır ki; üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Dördüncüsü de Cemâziye'lÂhir ile Şaban ayı arasındaki Mudar'ın ayı Recep'tir.” (Buhârî, Bed'ül-halk, 2; Ebû Dâvûd, Menâsik, 67) Hz. Ömer devrinde hicrî yılın ilk ayı olarak kabul edilen Muharrem ayına daha sonraki devirlerde Arap hükümdarları tarafından saygı gösterilmiş, ayın ilk gününde tebrikler kabul edilmeye ve törenler düzenlenmeye başlanmıştır. Osmanlılar döneminde de bu ayda devlet erkânı padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahtan muharremiye denilen hediyeler alırlar, kendileri de maiyetlerindeki kişilere muharremiye verirlerdi. Ayrıca şairler tarafından yeni yıla ait manzumeler yazılırdı. Osmanlı belgelerinde Muharrem ayı (m= ã) kısaltmasıyla gösterilmiştir. Günümüzde Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde bu ayda çeşitli kutlama törenleri düzenlenmektedir.
Peygamber efendimiz her yıl Kâbe'yi ziyaret maksadı ile Mekke'ye gelenlerle irtibat kurarak onlara İslâm'ı anlatmaya devam ediyordu. Peygamberliğin on üçüncü yılı Hac mevsiminde Medine'de yaşayan Evs ve Hazrec kabilelerinden 73 erkek ve iki kadın Mekke'ye gelmişlerdi. Bunlar arasında Neccaroğullarından Ebû Eyyûb el-Ensârî diye bilinen Hz. Halid de vardı. Bunlar, Efendimiz (s.a.v.) ile buluşup Medine'ye hicret etmesini istemişlerdi. Efendimiz (s.a.v.) onlara Kur'an'dan bazı âyetler okuyarak canlarını, mallarını, eş ve çocuklarını korudukları gibi kendisini de koruyacaklarına dair söz istedi. Onlar da, ölünceye kadar onu muhafaza edeceklerine ve İslâm'a destek olacaklarına söz vererek Medine'ye döndüler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) Medine'ye hicret etmek üzere Ashâb-ı Kirâm'a izin verdi. Kafirlerin eza ve cefasından bıkan Ashab, bu ruhsatın arkasından hemen hicret etmeye başlamışlardı. Öyle ki; Mekke'de sadece Resûl-ü Ekrem, Ebû Bekir ve Ali b. Ebû Talip kalmıştı. Peygamberimiz de hicret etmek için izn-i ilâhîyi bekliyordu. Hz. Ebû Bekir, Medine'ye gitmek istedikçe, Efendimiz (s.a.v.) ona; “Sabret, Cenâb-ı Hak sana bir arkadaş gönderecektir” diyordu. Dîn-i Mübîn-i İslâm uğrunda vatanlarını terk eden bahtiyarlara “Muhacirîn”, Medine halkından muhacirleri bağırlarına basarak İslâm'a yardım eden Ashâba da “Ensar” denilmiştir. Kureyş müşrikleri, Evs ve Hazrec kabilelerinin Müslüman olmalarını ve bu münasebetle İslâm'ın Medine'de güçlendiğini ve Ashâb-ı Kiram'ın peyder pey Medine'ye hicretlerini görüp Hz. Muhammed (s.a.v.)'in de onların yanına gitmesiyle Medine'de büyük bir güç oluşturacaklarını, böylece Kureyş'in Şam yolundaki önemli bir güzergâhı olan Medine'nin Müslümanların eline geçmesini düşünerek telaşa düştüler ve bu işe köklü bir çözüm yolu bulmak üzere, Kusây b. Hâkîm'in evi olan ve Hükümet Konağı olarak kullanılan "Dârünnedve”de toplandılar. Yapılan uzun tartışmalar neticesinde Kureyş ileri gelenleri Ebû Cehil'in görüşünü benimseyerek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i öldürmeye karar verdiler. (Enfâl,8/30) Bu karar üzerine her kabileden bir kişi seçildi. Ebû Cehil, Hakem b. As, Ebû Leheb, Ümeyye b. Halef ve benzeri kişi-ler gece Resûlü Ekrem Efendimiz'in evinin önüne toplanarak uyumasını beklediler. Cebrâil (a.s.) vasıtası ile müşriklerin kurduğu tuzaklardan haberdâr edilen Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir (r.a.)'e, hicrete izin verildiğini bildirdi.
Cumanız mübarek olsun. Kocaeli Gölcük ten dünya Müslümanlarına selam olsun.