İhsan, genel olarak iyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en güzel şekilde yapmak, Allah'a ihlâsla kulluk etmek anlamlarında kullanılan bir terimdir.
Sözlükte "güzel olmak" mânasına gelen hüsn kökünden türetilmiş bir masdar olup genel olarak "başkasına iyilik etmek" ve "yaptığı işi güzel yapmak" şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır.
İhsanda bulunan kişiye muhsin denir. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir.
Hz. Ali. "İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır." derken bunu kastetmiştir.
Allah'ın yarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildiren âyette de (Secde, 32/7)ihsan kavramı bu anlamdadır.
Ahlâk literatüründe ihsan genellikle, "İyiliklerde, farz olan asgari ölçünün ötesine geçip, isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak." mânasında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî'nin diğer İslâm âlimlerince de paylaşılan düşüncesine göre, ihsan adaletin üstünde bir derecedir; adalet borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehaptır. (Müredât, "hsn", "adl" md.)
Kur'ân-ı Kerîm'de ihsan kavramı hem Allah'a hem de insanlara nisbet edilerek yetmişi aşkın âyette masdar, fiil ve isim şeklinde geçmekte, bu âyetlerin bir kısmında "başkasına iyilik etmek", bir kısmında "yaptığı işi güzel yapmak"mânasında, çoğunda ise herhangi bir belirlemeye gidilmeden mutlak anlamda kullanılmıştır. (bk. M. F. Abdülbâki, el-Muccem, "hsn" md.)
Hadislerde de aynı kullanımlara geniş olarak rastlanmaktadır. (bk. Wensinck, el-Mu'cem, "hsn" md.)
Her iki kaynakta ihsan kelimesi, Allah'a nisbet edildiğinde, "O yarattığı her şeyi en güzel yapmıştır, (Secde, 32/7) O sizi şekillendirdi ve şeklinizi güzel yaptı (Tegâbün, 64/3) mealindeki âyetlerde olduğu gibi Allah'ın kusursuz yaratıcılığını veya "Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun." (Kasas, 28/77)"Allah ona rızık ihsan etti." (Talâk, 65/11) örneklerinde görüldüğü üzere, O'nun kullarına lütufkârlığını, cömertliğini ifade eder.
Ancak Hz. Peygamber (asm)'in, “Allah'ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap." (Müsned, 1,403”)
duasında olduğu gibi özellikle Allah için kullanıldığında bu iki anlam arasında kesin bir farktan söz edilemez. Çünkü Allah'ın fiillerinin güzelliği ve mükemmelliği aynı zamanda O'nun lütufkârlığıdır.
Müminler, gerek evrende gerekse insanda gördükleri bütün güzellikleri, nimetleri, hatta bütünüyle varlığı ilâhî varlığın ve güzelliğin tecellileri olarak kabul ettikleri için kişinin ontolojik bakımdan gerçek varlık olarak Allah'ı tanımaları gerektiği gibi, ahlâkî yönden de yalnız O'na kul olmaları, her durumda hakiki nimet, ihsan ve lütuf sahibi olarak sadece O'nu tanıyıp bütün ruhuyla O'na yönelmeleri ve O'nu sevmeleri, diğer bütün şeyleri de O'ndan dolayı sevmeleri gerekir.
İnsana nisbet edildiği âyet ve hadislerde ihsan kavramı iki bağlamda kullanılır:
a) "Yaptığını güzel yapmak" şeklinde özetlenen anlamına uygun olarak, kulun Allah'a karşı htiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunu ve bu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar. Hz. Peygamber (asm)'in "Cibril hadisi" diye bilinen hadiste geçen,
b) "İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O'nu görmesen de O seni görmektedir."(Buhârî, İman 1)
şeklindeki açıklaması ihlâs terimiyle de ifade edilen bu bağlamdaki ihsanın en güzel tanımı kabul edilmiş ve üzerinde önemle durulmuştur.
Hz. Peygamber (asm)'in, ihsanı tarif ederken, "Allah'ı görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir." demesi, mümini ibadet sırasında manevî âlemlere yüceltmek içindir. Her şeklin bir de gerçeği vardır. Namaz da bir şekildir. O şeklin içindeki gerçek ihsandır. İbadeti kuru bir şekil ve beden hareketleri olarak değil, Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilerek ve düşünerek yapmak gerekir. İbadetin asıl hedefi Allah Teâlâ ile bu mânevi diyalogu kurmak ve bunu ibadet süresince devam ettirmektir.
Fîrûzâbâdî'nin imanın özü, ruhu ve kemali, dolayısıyla kulluk mertebelerinin en üstünü olduğunu belirttiği (Beşâir, II, 465) ihsanın bu kapsamı, bilhassa takva ile yakından ilgili görünmektedir. Nitekim çeşitli âyetlerde bu iki kavram semantik bir bağlantı içinde zikredilmiştir. Meselâ Mâide sûresinin 93. âyetindeihsan erdeminin takva kapsamında ve onun en ileri derecesini ifade etmek üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır.
"Kim Allah'a derin saygı duyar (takva) ve sabrederse, bilinmeli ki Allah iyi davrananların (muhsinîn) ecrini asla zayi etmez."(Yûsuf, 12/90
mealindeki âyet de ihsan-takva ilişkisini ortaya koymaktadır.
Ayrıca iki sûrede (Enam, 6/83-84; Sâffat, 37/80-131) bazı peygamberlerin isimleri zikredilerek, kendilerinden "muhsinler" diye söz edilmesi, ihsanın peygamberlerde gözlenen kusursuz dindarlığı ve bunun sonucu olan güzel davranışları ifade ettiğini gösterir.
Bilhassa mutasavvıflar Cibril hadisine ve bu hadiste geçen, "İhsan Allah'ı görür gibi ibadet etmendir..." ifadesine özel bir ilgi göstermişlerdir. Din ilimlerini Kur'an ilmi, sünnet ilmi, imanın hakikatleri ilmi şeklinde üç kısma ayıran Ebû Nasr es-Serrâc, bütün bu bilgilerin aslının söz konusu hadis olduğunu söyleyerek hadisteki İslâm'ı "zahir", imanı "bâtın", ihsanı da "zahir ve bâtının hakikati" diye nitelerken, Herevî aynı hadisi tasavvuf ehlinin izlediği seyrü sülûkün bir özeti sayar. Tasavvufta önemli bir yeri olan murakabe de bu hadise dayandırılır. Çünkü murakabe kulun her an Allah tarafından denetlenmekte olduğu bilincini gösterir.
b) İhsan, hilim erdeminden kaynaklanan bir anlayışla kişinin başta annesi ve babası olmak üzere diğer insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder. Nitekim çeşitli âyetlerde "muhsinler" olarak anılan müminlerin, hilim ruhunu yansıtan bazı seçkin özellikleri üzerinde durulmuş ve bu suretle ihsan kavramının içeriğine giren erdemlere de işaret edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır (Âi-i İmrân, 3/134-135; Mâide, 5/13; Hûd, 11/115; Yûsuf, 12/90)
- İşlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık ve cesaret (Âl-i İmrân, 3/147-148)
-Tokgözlülük ve cömertlik (Bakara, 2/236; Âl-i İmrân, 3/134
"Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder ..."(Nahl, 16/90) ifadesiyle başlayan âyet münasebetiyle tefsir kitaplarının yanında ahlâk ve tasavvuf kitaplarında da ihsan kavramı üzerinde durulmuştur. Taberî bu âyetteki adaleti "kelime-i tevhid", ihsanı ise "Allah'ın emir ve yasaklarına uyma, zorluklara katlanma hususunda gösterilen sabır" şeklinde sınırlayan görüşü tercih eder görünmekle birlikte (Câmi'u'l-beyân, ilgili ayetin tefsiri), onun da kaydettiği gibi bu âyetin iyilik ve kötülük konusunda Kur'an'ın en kapsamlı âyeti olduğu yönündeki görüş, ilk dönemlerden itibaren birçok âlim tarafından benimsenmiştir.
Bu yönden âyetteki adalet kavramıyla ihsan kavramının anlamları hakkında açıklamalar yapılmış ve sonuçta ihsan "insanın hem Allah'a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vacip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması" anlamlarına gelecek şekilde yorumlanmıştır. (bk. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Râzî, Kurtubî ilgili ayetin tefsiri)
İbn Miskeveyh, bu bağlamdaki ihsanı özellikle sevgiyle ilişkisi ve sosyal boyutuyla ele alarak iyi ve erdemli insanın içinde daima başkalarına iyilik etme isteği bulunduğunu belirtir ve ondaki bu yatkınlığı "zâtî ihsan" olarak adlandırır; bu kişinin, iyilik ettiği insanları onların kendisini sevdiğinden daha çok sevdiğini söyler.
Daha sonra Gazzâlî, İbn Miskeveyh'in ihsan-sevgi ilişkisine dair düşüncelerini oldukça geliştirmiştir. Gazzâlî insanın temelde kendisini sevdiğini, "İnsan ihsanın kuludur" atasözünde de belirtildiği gibi kendisine iyilik edenleri de sevmekle birlikte bu sevginin merkezinde yine kendisinin bulunduğunu ifade eder. Ancak ahlâkî ve estetik duyarlığı gelişmiş insanlar için iyilik ve güzellik bizatihi sevilir. Şu halde kendisiyle hiçbir ilgisi olmasa bile yine de insan, ihsanı ve ihsan sahibini sever.
Bununla beraber asıl muhsin Allah olduğuna, hatta insanlar arasında ihsan sahibi kişilerin bulunması dahi Allah'ın bir lütfu olduğuna göre asıl sevilmesi gereken de O'dur.
Ne var ki gerçeklik, iyilik ve güzellik değerlerinin yeterince farkına varılmadığı durumlarda sevgi ben merkezlidir. Fakat Allah'ı cemalinden dolayı sevmek ihsanından dolayı sevmekten daha yüksek bir derecedir. (bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, İhsan md.
Allah ı görüyormuşçasına ibadet etmek dileğiyle Cumanız mübarek olsun.